28 Nisan 2015 Salı

HUZURSUZ BACAK SENDROMU

HUZURSUZ BACAK SENDROMU
Huzursuz bacak sendromu (HBS), uyku ya da istirahat esnasında (otururken veya yatarken) bacaklarda hissedilen rahatsızlık, huzursuzluk, hareket ettirme ihtiyacı, uyuşma, karıncalanma bazen de tam olarak tanımlanamayan bir histir.
Bu his kişiyi özellikle geceleri rahatsız eder. Ağrının tarifinde de çeşitlilik olur ve kişi "bacaklarım kıpraşıyor", "gıdıklanıyor", "yanıyor", "karıncalar geziyor" gibi cümlelerle yaşadığı sıkıntıyı anlatmaya çalışır.
BELİRTİLER
Bacaklardaki rahatsız edici his nedeniyle bacakların hareket ettirilmesi isteği
Oturma ya da uzanma gibi inaktif durumlarda ortaya çıkar veya daha da kötüleşir.
Yürüme, germe gibi hareketlerle kısmen ya da tamamen düzelir.
Gündüz saatlerine göre akşam daha fazladır ya da sadece akşam saatlerinde ortaya çıkar.
DESTEKLEYİCİ KRİTERLER
Ailede HBS varlığı
Dopaminerjik tedaviye yanıt alınması
Uykuda ya da uyanıklıkta periyodik bacak hareketlerinin varlığı (PLMS-PLMW)
Uykusuzluk
Kronik ilerleyici gidiş ve/veya periyodik kötüleşmeler
Normal nörolojik muayene
TEŞHİS
Her üç hastanın birinde ailevi geçiş yani genetik bir geçiş vardır. B12 EksikliğiDemir eksikliği (Kansızlık), şeker hastalığıgebelik ve kanser sebep olarak belirlense de hastaların yüzde doksan beşinde bir neden bulunamamaktadır.
Oldukça sık görülse de romatizmalı hastalıklarla karıştırıldığından hastalığın teşhisi bazen uzun sürmektedir. Daha çok romatizmal hastalıklarla karışmaktadır. Ağrının hareketle azalması ve istirahat ile tekrardan başlaması bu hastalığın ayırıcı özelliğidir.
Bu garip his; ağrı, karıncalanma, uyuşma ve çekilme şeklinde tanımlanmaktadır. Bacaklar hareket ettirilerek geçici bir rahatlama sağlanabilir. Hastalar akşamları TV seyredemezler, misafirliğe gidemezler ve en önemlisi yattığında bacaklarındaki huzursuzluk hissinin harekete zorlaması nedeniyle uykuya dalamazlar, yataklarından kalkıp dolaşmak isterler. Aynı his gece yarısı uyanmalara ve uykuya dalma zorluğuna da yol açabilir. Bu hastalar uzun süreli istirahattan ve yolculuktan çok rahatsızlık duyarlar.
Her yüz kişinin biri ile beşinde rastlanacak kadar sık görülen rahatsızlıktır. İleri yaşla birlikte, sıklığında artış görülmektedir.
TEDAVİ
Altta yatan bir neden varsa (B12 Eksikliği, kansızlık, şeker hastalığı gibi) öncelikle onun tedavisi gerekmektedir. Sebebi belirsiz olan durumlarda ilaç tedavisi (Ropinirol, Pramipeksol, Klonazepam, Diazepam, Karbamazepin, Sinemet) verilebilir.
Huzursuz bacak sendromu olan kişinin bacaklarını hareket ettirmesi, sıcak sargı ile sarılması, yataktan kalkıp dolaşması ya da masajla kısa süreli de olsa bir rahatlama sağladığı ancak bu yöntemlerin sorunu geçici olarak giderdiği bilinmektedir.

POLİDAKTİLİ (ÇOK PARMAKLILIK)

POLİDAKTİLİ
Çok parmaklılık olarak bilinen, bilimsel adıyla polidaktili, özellikle insanlarda, köpeklerde ve kedilerde görülen doğuştan gelen bir genetik bozukluktur. Parmakların, normal sayısından fazla oluşması durumudur. Polidaktilinin zıttı, oligodaktili, yani eksik parmaklılıktır.
Polidaktiliye neden olabilecek 39 farklı mutasyon tanımlanmıştır. Bu genlerin polidaktili tipleriyle ile doğrudan ilişkisinin zamanla açıklanması beklenmektedir. 

Oluşan fazla parmaklar kimi zaman eklemsiz oluşabilirler. Çok nadiren de olsa tüm parmakların birey tarafından kontrol edilebildiği ve bireye fayda sağladığı bilinmektedir. Dolayısıyla zaman zaman da olsa, nadir faydalı ani etkili mutasyonlardan biri olarak görülebilir.

Ekstradan oluşan parmak en sık küçük parmağın yanında, daha nadir olarak baş parmağın yanında, en nadirse ortadaki 3 parmağın yanında oluşmaktadır. Küçük parmağın evrimsel süreçte körelmesinin ve genlerin birbirleriyle olan ilişkisinin bu mutasyonların sıklığı ile bir alakası olup olmadığı net değildir. 

Bilinen en çok sayıda ekstra parmak 2010 yılında doğan Hindistanlı Uttar Pradesh'tir. Uttar'ın her iki elinde 7'şer parmak, her iki ayağında 10'ar parmak bulunmaktadır ve toplamda 34 parmağı bulunur. Bu ekstra parmaklar çoğu zaman doktorlar tarafından doğumdan sonra alınsa da, birçok vakada bunun yapılmadığı bilinmektedir (doktora gidilmemesinden, ameliyattan korkulmasından ya da erişimin olmamasından ötürü) Çok parmaklılık, ülkemizde de görülmekte olan bir genetik bozukluktur. Örneğin şuradaki haberde görebileceğiniz gibi 18 yaşındaki Ahmet Gazanfer isimli insanın hem ellerinde hem de ayaklarında 6'şar parmak bulunmaktadır ve bu parmakları kontrol edebilmektedir. Benzer bir şekilde Brezilya'da bulunan bir ailenin tamamında işlevsel 6 parmaklılık görülmektedir. Bu aileyle ilgili bir videoyu buradan izleyebilirsiniz. Günümüzdeki yaşam biçimimizde değil ama; vahşi doğa içerisinde bu çeşitliliğin bir faydası olabilseydi, evrimsel süreç de bu mutasyonu destekleyebilirdi.

NARSİSİZM

Narsisizm

Narsisizm veya özseverlik, kişinin kendisine tapması, kabaca tabirle kişinin kendisine aşık olması olarak tanımlanan bir terimdir. Farklı tanımları ve kullanımları mevcuttur.
Sigmund Freud Narsisizmi ‘Dış dünyadan soyutlanan libidonun (cinsel enerji) egoya (ben) yönlendirilmesi’ şeklinde açıklamıştır. Yani libidonun büyük bir depoda toplanır gibi egoda toplanması ve daha sonra nesnelere yönlendirilmesi; fakat kolaylıkla tekrar soyutlanarak egoya yönlenmesi durumudur.
Bebek dış dünya ile ilişki kuramadığı erken bebeklik döneminde gerçek bir narsisizm durumu içindedir. Libido dış dünyaya yönlendirilmemiştir. Bebeğin nesneleri 'ben olmayan nesneler' olarak algılaması aylar alır. 'ben' ve 'ben olmayan' arasında bir ayrım yapamaz. Dış dünyaya ilgi duymuyordur ve dış dünyada bile değildir. Bebek için tek gerçek kendisidir. Acıkması, susaması, üşümesi bebek için tek gerçekliktir. Bu durum 'birincil narsisizm' olarak tanımlanır.
Bebek büyüdükçe dış dünya ile ilişkileri artar ve dış dünya kurallarını öğrenir. Giderek libidosunu nesnelere yönlendirir; nesne sevgisi ve giderek nesnel düşünce ağırlık kazanır. İnsan her ne kadar libidosuna nesne bulabilse de mutlaka görece olarak bir ölçüde narsisist kalır. Bu durumu 'ikincil narsisizm' olarak tanımlanmıştır.
Narsisizm insan için yaşamını sürdürebilmesi açısından bir ölçüde gereklidir. Bazı durumlarda; kişinin narsisizmi toplum için, hatta kendi akıl sağlığı için makul oranlarda değilse; kişi akıl hastalıklarıyla karşılaşabilir. Önemli psikiyatrik rahatsızlıklar olan nevrozparanoya hattapsikozda narsisizm etkileri görülmektedir. Birincil narsisizmde bebek dış dünyanın ayrımına varmamışken; ikincil narsisizmde dış dünya gerçekliğini yitirmiştir.
Narsisizmin çok özel bir türü de; Roma sezarları, Mısır firavunları, diktatörler gibi çok güçlü kişilerde bulunan türüdür. Bu insanlar adeta nefes alıp yürüyen yeryüzü tanrıları gibidirler kendi gözlerinde. Yaşam ya da ölüm gibi önemli doğa olaylarına bile bir tek cümleyle karar verebilmekteydiler. En büyük korkuları güçlerini kaybetmeleri, ölüm, etraflarındaki herkesin kendilerine düşman olmasıydı. Güçlerinin ve şehvetlerinin bir sınırı yokmuş gibi davranmaya çalışırlar, sayısız insan öldürüp, sayısız şatolar kurarlardı. Varlıklarının kendilerinin de çözemediği sorununu insan değilmiş gibi çözmeye çalışsalar da aslında durumları düpedüz deliliktir. Dış dünya 'ben' olmadığı için, narsisist kişi dış dünyayı anlayamaz/algılayamaz ve bu durum kişide korku yaratır. Diktatör gitgide daha yıkıcı, daha yalnız ve korkak olur.
Narsisistik kişilik bozukluğu olan kişiler, başkalarının düşünce ya da isteklerine gereken ilgiyi gösteremeyen kişilerdir. Plan ve hedeflerine ulaşamadıklarında, gereken ilgiyi göremediklerinde aynı Narkissos gibi erirler, çökerler. Başkalarının hakkına saygı göstermeden ve gerçeklerle bağdaşmasa bile daima kendilerini haklı göstererek ve o hedefi, gerekli emeği vermeden bile haketmiş sayarak en önde, en gözde ve tek olmak isterler. Kendilerini başkalarının yerine koyamaz ve başkalarini anlayamazlar. Sanki her şey sadece kendileri için vardır ve ne olursa olsun her şeyin kendi amaçlarına hizmet etmesi gerekir. Başkalarının fikir ve hareketleri kendi amaçlarına hizmet ediyorsa vardır, aksi halde bu fikir ve hareketler tahammül edilemez düşüncelerdir. Gerçekle bağdaşmayan, başkalarinin zararına olup sadece kendi çıkarlarına uygun, kendi plan ve hedeflerine hitap eden maddi ve manevi kazanç sağlayabilecek plan ve hedeflerine ulaşamadıklarında öfkelerine hakim olamaz, saldırganlaşır, çöker, hatta ağır psikotik tablolara girerler.
İtalyan ressam Caravaggio'nun 1594-1596 tarihleri arasında tamamladığı "Narcissus" (Ya da "Kendine Aşık Olan Adam") adlı yağlıboya tablosu. Eser Roma'daki "Galleria Nazionale d'Arte Antica"da bulunuyor.

BÖBREK TAŞLARI

BÖBREK TAŞI
Böbrek taşı, tıpta "nephrolithiasis" ya da, "urolithiasis" olarak bilinen, böbreklerde biriken sert madensel maddelere verilen addır.
Kalsiyum oksalat, veya ürik asit gibi maddeler idrar içerisinde normalde beklenenden daha yüksek yoğunlukta bulunursa böbrek taşı oluşur. Bu maddeler kristaller halinde böbrekte çökelebilir ve zaman içerisinde büyüyerek böbrek taşını meydana getirir. Taşlar yer değiştirerek veya idrar kanallarından aşağıya doğru hareket ederek vücuttan atılabilir. Ancak idrar kanalının herhangi bir düzeyinde takılarak idrar akışına engel oluşturan taşlar genellikle korkulan, şiddetli tipik böbrek ağrısına yol açar.

SINIFLANDIRMA
Böbrek taşları lokalizasyonlarına ve kimyasal yapılarına göre sınıflandırılırlar.
Taşın tipiGörülme oranlarıİdrar ortamıDetaylar
Calcium oxalate80%alkali idrarda (ph>5.5)Okzalatın bir kısmı vücut tarafından üretilir. Diyetteki kalsiyum ve okzalatın böbrek taşındaki rolü kısıtlıdır. Dietteki okzalat ıspanak, kakao, çay yaprakları, ceviz, buğday kepeği gibi gıdalarda bulunur. Aşırı kalsiyum ve Vit-C alımından da kaçınmak gerekir.
Calcium phosphate___%Alkali idrar (Yüksek pH)
Uric acid5-10%Asidik idrarDiyetteki pürin'in son yıkım ürünüdür. Pürin sakatat (böbrek, karaciğer) ürünlerinde bol bulunur.
Struvite10-15%Böbrek ve idrar yolu enfeksiyonlarına bağlı olarak gelişir.Bu taşların diyetle bir ilgisi gösterilememiştir.
Cystine___%seyrek görülen genetik bir hastalıktır.Cystine taşı bir genetik bir metabolizma hastalığıdır.
RİSK ETMENLERİ
Bazı hastalıklar ve alışkanlıklar bir kişide böbrek taşı oluşum riskini tetikler. Özgeçmişinde taş hastalığı olan hastalarda ikinci kez taş oluşma olasılığı bir yıl içerisinde %15, 10 yıl içerisinde % 80 dir.
Gut hastalarında ve idrarında yüksek ürik asit bulunanlarda böbrek taşı riski fazladır. Ayrıca kristallerin oluşumuna yol açan bazı ilaçlar taş hastalığı riskini artırır. Sık veya sürekli ishal durumunda, ya da sıvı kaybı sonucu yoğun, idrar çıkaran kişilerde böbrek taşı gelişebilir. Asidik idrar çıkaranlarda ürat, bazik idrar çıkaranlarda fosfat ve okzalat taşları daha kolay oluşur.
Böbrek taşı oluşma riskini artıran faktörler şunlardır:
  • İdrar yolu enfeksiyonu (struvit taşı)
  • Böbrekteki yapısal bozukluklar, akımı kısıtlayan yapı
  • Böbrek hastalığı olanlar (renal tübüler asidoz, kistik böbrek hastalığı...)
  • Beslenme alışkanlıkları
  • Yetersiz sıvı alımı (çevresel, psikolojik, sosyal ve dini nedenler)
  • Sıcak iklim kuşağında yaşamak
  • Hiperkalsiüri, sistinüri, hiperokzalüri, hiperürikozüri
  • Bazı ilaçlar (asetazolamide, anti viral ilaçlar....)
  • Bazı bağırsak hastalıkları (inflamatuar bağırsak hastalığı...)
  • Genetik faktörler
  • Geçirilmiş bağırsak ameliyatları (jejono ileal by-pass)
  • Metabolik hastalıklar (örn. hiperparatiroidizm, gut hastalığı...)
KORUNMA YOLLARI
Taş oluşumunda beslenme alışkanlıklarının de rolü büyüktür. Beslenme düzenine dikkat ederek büyük ölçüde taş oluşumunu önlemek mümkün.
  • Başlıca su olmak kaydıyla bol miktarda (günde 2,5 litre) sıvı almak.
  • Kola, gazoz gibi idrarda asit-baz dengesini bozan içeceklerden kaçınmak. Sitratlı içecekler uygundur.
  • Greyfurt, portakal ve elma suyu taş hastalığı riskini arttırabilir. Öte yandan saf limon suyu içerdiği sitrik asit dolayısıyla kalsiyum taşlarına karşı koruyucudur.
  • Süt ve süt ürünlerinin hiç tüketilmemesi taş oluşum riskini arttırır. Kalsiyumdan yoksun diyetler uygulanmamalıdır. Süt, yoğurt, peynir gibi besinler makul ölçülerde tüketilmelidir.
  • Bol lifli besinleri tercih edin.
  • Yüksek oksalat içeren pancarsoya, kara çayçikolatakakao, kuru incirkarabiberfındıkmaydanozhaşhaş tohumuıspanakçilekböğürtlen vs besinleri aşırı tüketmemek.
  • Şarap taş hastalığına karşı koruyucu etki yaparken içerdiği pürin dolayısıyla bira bira ve benzeri alkollü içecekler yatkın kişilerde ürik asit taşı riskini artırabilir.
Ürik asit taşları için; Pürin içeren Ançuezsardalyasakatat, kuru bakliyat, mantarıspanakkuşkonmazkarnı bahar ve et tüketimini kısıtlaması.
  • Tuz kullanımını azaltmak.
  • Bol bol hareket edip vücudu incitmeyecek şekilde egzersiz yapmak.
  • Stresten uzak bir hayat.
BELİRTİLERİ
Taş hastalığında görülen ağrı en sık rastlanan belirtidir. Böbrek ağrısının şiddeti bazı kişilerde belli belirsiz bir sızlama şeklinde görülürken bazılarında son derece şiddetli, kıvrandırıcı ve hastaneye yatmayı gerektirecek yoğunluğa kadar ulaşabilir.
Ağrı atakları taşın üreter içerisindeki hareketi ve buna bağlı spazmlara bağlıdır. Şiddetli ağrı atakları genellikle 20 -60 dakika arasında sürebilir. Böbrek ağrısı, taşın bulunduğu vücut tarafında olur. Ağrının yeri taşın yerine ve hareketine göre değişebilir. Böbrekte veya üst üreterdeki taş, kaburga ile kalça arasında yan (böğür) ağrısına sebebiyet verir. Altüreterde ve mesaneye yakın taşlar karın alt kısmında veya cinsel organa doğru yayılan ağrıya yol açar.
Böbrek taşı hastalığında tek belirti ağrı değil. İdrarda kanama, bulantı, kusma, idrar yaparken acı-yanma, ve idrar sıkışıklığı hissi de hastalarda görülüyor. İlginç olarak belirti vermeyen böbrek taşlarına da rastlanıyor. Bu taşlar ancak kontrol sırasında ya da başka amaçla çekilmiş filmlerde tesadüfen saptanıyor.
TEDAVİ
Taş hastalığının başlangıç ve acil (akut) safhasında tüm hastalar için benzer tedavi uygulanır. Başlangıç safhada hastalara, taşın kendiliğinden düşmesi beklenirken, sadece ağrı kesiciler ve su içmesi önerilir. Ağrı kesici ve sıvı tedavisini ağız yoluyla alabilen hastalar evine gönderilerek ayaktan takip edilir. Ancak ağrı çok şiddetliyse ve hasta su içemiyorsa hastaneye yatırılması gerekebilir. Taşın düşürülemediği durumlarda ise girişimsel tedavi yöntemleri tercih edilir. Bazı maden suları da idrar söktürücü özellikleri sayesinde böbrek taşını düşürmede yardımcı olabilir. Özellikle Erzurum'un Pasinler ilçesine 4 km. mesafede bulunan Serçeboğazı köyünün hemen girişinde yerden doğal olarak kaynayan mineralli doğal maden suyu kuvvetli bir diüretiktir ve günde 2 lt. içildiğinde kum ve taşları 2-3 gün içerisinde eritmektedir. Erzincan Böğert maden suyu da benzer özelliktedir. Bu maden sularında sodyum çok düşük miktardadır.

BİPOLAR BOZUKLUK

BİPOLAR BOZUKLUK
Bipolar bozukluk veya iki uçlu duygu durum bozukluğu, eskiden manik depresyonmanik atak veya manik depresif bozukluk olarak bilinen hastalıktır. Bipolar bozukluk, kişinin depresyon ve/veya manihipomani, ve/veya karışık durumlar geçirdiği duygu durum bozuklukları sınıfını kapsayan tanısal kategoridir. Kişinin, depresif eğilimlerin yoğun yaşandığı dönemlerle, taşkınlık, coşkunluk olarak tanımlanabilecek mani dönemleri yaşadığı, bu bağlamda bipolar Bozukluk ya da manik Atak olarak tanımlanan bir rahatsızlıktır. DSM-IV adlı tanı ve istatistik kriteri ile teşhis konur. Bu hastalığın genelde yirmili yaşlarda ortaya çıktığı çeşitli kaynaklarda belirtilmektedir.


BELİRTİLERİ
Bir depresyonun erken uyarı semptomları:
Yorgunluk, bitkinlik, enerjisizlik
Bezgin ruh hali, moral bozukluğu
Artan dinlenme ihtiyacı
Azalan kendine güven, kendinden kuşku duyma
Artan derin düşünce, dalgınlık ve kendinden endişe etmek
İlgisizlik, keyifsizlik
Uykuya dalma veya kesintisiz uyuyamama bozukluğu
Günlük yükümlülüklerin ihmal edilmesi
Konsantrasyon güçlüğü (düşünmenin zor gelmesi)
Azalan cinsel ilgi
Ürkeklik, sinirlilik
Azalan dayanıklılık ve kapasite
Her şeyi kendi üstüne alınma, başkalarının kendisi hakkında kötü konuştuğu duygusuna kapılma
Günlük yaşam seyrinde değişiklikler
Bedensel rahatsızlık
Artan alkol tüketimi
Gerginlik, huzursuzluk
Aşırı duyarlılık
Bir maninin erken uyarı semptomları:
Aşırı sevinç, aşırı coşku
Ani saldırganlık ve paranoya
Yeni fikirler, hızlı düşünme
Her zamankinden fazla konuşma isteği
Artan aktivite ve enerji
Değişen algılama (başka bir dünyada olma duygusu, sese karşı duyarlılık, keskin algılama)
Görüntü ve/veya ses halisünasyonu
Artan yaratıcılık
Azalan uyku ihtiyacı
Artan ilişki isteği
Önemli olma ve bütün ilgilerin merkezinde olma duygusu
Artan alkol ve uyuşturucu kullanımı
Artan kendine güven, yapmaya karar verdiği her işi başaracağı duygusu
Aşırı duyarlılık, gerginlik, sabırsızlık
Artan cinsel ilgi
Artan para harcama
Konsantrasyon güçlüğü, dikkatin kolay dağılması
Huzursuzluk, karmaşa
Her zamankinden fazla kavga ve tartışma
Günlük yaşam seyrine uymamak
  • Erken uyarı semptomları yanında bazı yumuşak bipolar belirtiler görülmektedir. Yumuşak bipolar belirtilerden, İngilizcesi "bipolar soft signs", bipolar hastalığa işaret edebilecek olan, bir hastanın aile geçmişinde veya kendi hastalık seyrinde bulunabilecek belirtiler kastedilmektedir.

Bipolar hastalığa ilişkin kalıtsal risk
Birinci derece akrabalarda (ebeveyn, kardeşler) lityum'la başarılı terapi
Bir ailede arka arkaya üç nesilde mizaç hastalıkları
Antideprasanla tedavi sonucu tetiklenen hipomaniler
Mizaçta dikkat çekici hususlar (güçlü ruh hali dalgalanmaları, yerinde duramamak veya sürekli bezginlik/bıkkınlık hali)
Mevsimlere bağlı depresyonlar
Çocukluk veya ilk gençlikte ortaya çıkan psikotik karakterli depresyonlar
TEDAVİSİ
Tedavi edilmediği durumda ağır bir seyir izleyebilen bir psikiyatrik rahatsızlıktır.
Bipolar Bozukluk bazı kişilerde mevsimsel bir dalgalanma gösterir. Sonbahar ve kış, depresif durumun, ilkbahar aylarıysa manik atakların gözlendiği aylardır. Daha nadir olarak tam tersi de gözlenebilir.
Duygu durumların yoğunluğu ve süresi kişiden kişiye büyük ölçüde değişir.
Bipolar bozukluk tedavisinde duygu durum dengeleyicisi (lityum karbonat, valproat vb.) ilaçlar kullanılır. Yineleyen hastalık dönemleri (mani, depresyon, hipomani gibi) nedeniyle duygu durum dengeleyici ilaçların doktor kontrolünde uzun yıllar alınması gerekebilir. Bazı antiepileptik ilaçlar ve antipsikotikler de bipolar bozukluk tedavisi için kullanılmaktadır.
TEDAVİ SONRASI
İlaçla tedavi, hastalığın kontrol altına alınması içindir. Kişi, bir psikiyatrist doktor ve psikolog yardımıyla, depresyon eğilimlerine karşı bir savunma geliştirmelidir. Yine de manik ataklar önlense bile, kişide genel bir durgunluk gözlenebilir. Kişi, bu eğilime karşı da hazırlıklı olmalı, yoğun depresif süreçlerde gerektiğinde müdahale edilmelidir.

27 Nisan 2015 Pazartesi

FRENGİ HASTALIĞI

SİFİLİZ HASTALIĞI (FRENGİ)

Sifiliz ya da frengi; bir bakteri çeşidinin neden olduğu, cinsel yolla bulaşan, kronik bir enfeksiyondur. Her yüz bin kişiden ortalama 2.5 kişide görülen, Afrika kökenli Amerikalılarda, beyazlardan 30 kat daha fazla ortaya çıkan bir hastalıktır. Çok eski zamanlardan beri bilinir ve vücudun bir çok bölgesinde etkili olabilir.
Son yıllarda frengi hastalığına yakalananlarda artış olmaktadır. Bunun sebebi cinsel ilişkide bugün gelinen noktadır. İlişkide serbestliğin ve homoseksüelliğin artması hastalığın yaygınlaşmasında etkili olmuştur. Her yıl yaklaşık 15 milyon kişi bu hastalığa yakalanmaktadır.
Frenginin el üzerindeki birincil şankr/çıbanı

FRENGİ NASIL BULAŞIR?
Hastalığın ana bulaşma yolu cinsel ilişkidir. Hasta insandan sağlıklıya geçer. Genital bölgeyle temas sonucu vücuttaki bir yaradan mikrop bulaşır. Anal ve oral seks bu hastalığın bulaşmasında önemli faktörlerdir. Ayrıca öpüşmekle de bu hastalığın bulaştığı görülmüştür.
Yine anneden bebeğe bulaşma ihtimali oldukça yüksektir. Frengi hastası olan hamile bir kadından doğmamış bebeğe geçen mikrop, bebeğin ölü doğmasına neden olabilir. Ayrıca ölü doğmayan bebekler de erken doğum sonucu hayatlarını kaybedebilirler. Çok nadir olsa da hastalığın başka bulaşma yolları da vardır. Frengili bir kişinin kanının başka bir kişinin yarasıyla teması sonucu hastalık bulaşabilir. Fakat bu düşük bir ihtimaldir.

FRENGİNİN BELİRTİLERİ NELERDİR?

Frenginin (sifiliz) belirtileri, mikrop vücuda girdikten sonra, evreler şeklinde ortaya çıkar.
1. Evrede; bakteri kan yoluyla vücuda yayılır. Yaklaşık 20-25 gün sonra mikrop nerde vücuda girdiyse orada ıslak, kırmızı, etrafı belirgin fakat ağrı yapmayan çıban şeklinde yaralar oluşur. Vajinada, genital bölgede, ağız ve dudakta oluşabilen bu yarallar 2-3 hafta sonra geçerler.
2. Evrede; hastalık tedavi edilmediği takdirde, mikrop bütün vücuda yayılır. Yaklaşık 3-5 ay sonra hastada yorgunluk, baş ve eklem ağrıları, el ve ayakta, vücudun bazı bölgelerinde döküntü ortaya çıkar. Kilo kaybı ve iştahsızlık vardır. Kaşların ve saçların dökülmesi belirginleşir. Hastalığın bu dönemi uzun (1 yıldan fazla) sürer.
Latent evre dediğimiz dönemde; hastalığın belirtileri olmasa da, yapılan testler sonucu hastalığın pozitif olduğu görülür ve bulaşıcıdır. Bir çok organı etkileyen bu mikrop hala vücutta olduğundan bu dönem 5-10 yıl kadar sürebilir.
Geç sifiliz dediğimiz son evrede ise frengi sonucu oluşan rahatsızlıklar ortaya çıkar. Hastalık bulaşıcı değildir. Ama hastada ölümle dahi sonuçlanabilecek çok ciddi hastalıklara yol açar.

FRENGİ TANISI NASIL KONUR?

Frengi tanısını koymak için bazı kan testleri yapılır ve klinik belirtiler göz önüne alınır. Yukarıda bahsettiğimiz çıban şeklindeki yaradan alınan parçanın mikroskobik incelenmesi sonucu bakterinin varlığı ile tanı konur. Ayrıca kanda antikor araştıran RDR, VDRL, TPHA, PCR gibi testlerle tanı koymak kolaylaşır.

FRENGİ TEDAVİSİ

Sifiliz tedavisinde, bir çok hastalıkta olduğu gibi erken tanı koymak çok önemlidir. Eğer frengi (sifiliz) ilerlemişse, mikrobun etkilediği organlardaki hasarı geri döndürmek imkansızdır. Öncelikle cinsel yolla bulaşan bir hastalıktan şüpheleniyorsanız uzman bir hekime başvurmalısınız. Doktorunuzun size vereceği penisilin, doksisiklin, tetrasiklin türü antibiyotiklerle frengi tedavi edilebilir. Bu ilaçların dozu, uygulama şekli, kullanma süresi doktor tarafından belirlenir. Cinsel organında frengi şankırı olan kişilerin kendi başlarına ilaç kullanmaması gerekir. Tedavi sırasında hastalığı kontrol altında tutmak için testlere devam edilir. Bakterinin miktarı, azalıp azalmadığı bu şekilde gözlenir. Tedavi başladıktan 2 gün sonra bulaşıcılık kaybolur. Hastalığın etkilediği organlara göre tedavi süresi 2 yıla kadar uzayabilir. Tedavisi biten kişilerin 10 gün daha ilişkide bulunmaması gerekir. Tedavi edilen kişinin eşinin de muayene ve gerekirse tedavi edilmesi gerekmektedir.

FRENGİDEN KORUNMAK İÇİN

Prezervatif kullanımı ve tek eşlilik bütün cinsel yola bulaşan hastalıkların önlenmesinde alınacak en önemli tedbirdir. Bu şekilde hastalığa yakalanma riskinizi bir hayli azaltmış olursunuz. İki eşin de tedbir amaçlı incelenmesi hastalığın oluşması ihtimalini ortadan kaldırır. Çok eşli bir cinsel yaşam sürmek, hastalığın bulaşma riskini oldukça arttırır. Tek eşli bir cinsel hayat sürmeniz sağlığınız için gereklidir. Alkol ve madde kullanımı mantıklı düşünmenizi engeller. Cinsel ilişki sırasında olumsuz hareketler yapmanıza neden olur. Bunlardan uzak durulmalıdır. Kan nakli gerekiyorsa, bu kanda gerekli testlerin yapılıp yapılmadığına bakılmalıdır. Ayrıca hamile kişilerin düzenli sağlık kontrollerinden geçmesi gerekmektedir.
Cinsel hastalıklardan korunmayı sağladığı düşünülen bazı yanlış bilgiler vardır. Örneğin prezervatif kullanmanın yüzde yüz koruma sağladığı yanlıştır. Hastalık başka yerden de bulaşabilir. İlişki sonrası yıkanmak ya da tuvalete gitmek de hastalıktan korumaz. Biseksüel ilişkiden kaçınmak gerekir. Ayrıca anal ve oral seks de hastalığın bulaşma riskini çok fazla arttırır.

AKUT APANDİSİT

Apandisit Nedir?

Apandisit kısaca “apandis”in iltihaplanmasıdır. Kalın bağırsağa bağlı bir tüp şeklinde ve yaklaşık 10 cm uzunluğundaki bu doku iltihaplandığında, kalın bağırsağın bu bölümü tıkanabilir. Apandis patladığında ise iltihaplı sıvı karın boşluğuna akar ve kısa sürede gerekli önlemler alınmazsa karın zarı iltihabına yol açar. Karın zarının iltihaplanması ise –müdahale edilmezse- hayati tehlike yaratır.
10 yaşında bir erkek çocukta ki akut apandisit vakası
Apandisit Belirtileri Nelerdir?
Apandisit belirtileri arasında en yaygın olarak görüleni karın bölgesinde yaşanan ağrılardır. Ağrı, göbek deliği çevresinden başlar ve karnın sağ alt bölgesinde yoğunlaşır. Karnın genelinde “donuk” bir ağrı, karnın sağ alt kısmında ise keskin ve şiddetli ağrılar oluşabilir. Ağrıya kusma, mide bulantısı, ateş, kabızlık ya da ishal, gaz sorunu ve sırt ağrısı gibi diğer belirtilerde eşlik edebilir ancak, ağrı dışında görülen bu belirtiler her kişide ortaya çıkmayabilir. 
Apandis patlaması hayatı tehdit eden, ciddi bir sağlık sorunu olduğu için bu bölgede meydana gelen ağrılara dikkat edilmeli ve şiddetini arttıran, uzun süre devam eden ağrılar için bir sağlık kuruluşuna gidilerek gerekli muayene yaptırılmalıdır.

Apandisit Ağrısı

Ağrı bel bölgesi genelinde, göbek deliği hizasında görülebilir.Genele yayılan ağrılar donuk ve süreklidir. Ancak karnın sağ alt kısmını doğru ilerledikçe ağrı şiddetlenir ve “bıçak gibi” olarak tabir edilen ağrılar yaşanabilir.
Sağ bölgedeki ağrı genellikle kalça kemiğinin hemen üst kısmına denk gelmektedir. Karnınıza hafifçe bastırın. Dokunmak bile özellikle karnın sağ kısmında ağrıya neden oluyorsa doktorunuzu aramanız gerekir. Karın bölgesine bastırdığınızda bu bölge normalden daha sert ya da şiş hissediliyorsa (ağrıyla birlikte) apandisit olabilir. Apandisit ağrısı yürümenizi zorlaştırabilir. Ayağa kalkın ve yürüyün, yürürken dahi ağrı yaşıyorsanız bunun nedeni apandis iltihaplanması olabilir.
Ek olarak fetüs pozisyonunda kıvrılarak yatmak ağrıyı hafifletiyorsa ağrı büyük ihtimalle apandisit yüzünden oluşuyordur. Nedeni ne olursa olsun bu ağrılar geçmiyorsa ve şiddetleniyorsa vakit kaybetmeden bir sağlık kuruluşuna gitmeniz önerilir.

Diğer Belirtiler

Aşağıdaki belirtiler her hastada görülmemekle birlikte apandisit belirtileri arasında sayılmaktadır.
  • İştah kaybı
  • Mide bulantısı
  • Ağrılar başladıktan hemen sonra kusma
  • Karın bölgesinin şişmesi
  • Gazla birlikte görülen kabızlık ya da ishal
  • Gaz çıkarmakta zorlanma
  • Ateş
  • Rektum bölgesinde ağrı
  • Ağrılı idrara çıkma


KAN UYUŞMAZLIĞI

Kan uyuşmazlığı nedir?

Anne adayınının kanının Rh(-), baba adayının kanının da Rh(+) olduğu durumlarda Rh uygunsuzluğundan bahsedilir. Bunun mutlaka bebekte bir soruna yol açması gerekmez. Eğer bebek Rh(+) bir kan grubuna sahip olursa bu durumda anne adayının savunma sistemi doğmamış bebeğin kan hücrelerini adeta bir yabancı madde gibi algılayarak onları parçalamak için harekete geçer. Eğer anne adayının savunma sistemi ilk kez bu hücrelerle karşı karşıyaysa (ilk gebelik gibi) bu durumda savunma sistemi "silahlarını" geliştiremeden bebek kurtulur, ancak anne vücudu da bu Rh(+) hücreleri tanımış olur.
Gerekli önlemler alınmazsa sonraki gebeliklerden birinde anne adayının savunma sistemi doğmamış bebeğin kanında Rh(+) hücrelere rastlarsa bu sefer sadece "silahları depodan çıkarmak" için vakit harcar ve şiddetle savunmaya geçer.


İnsanda Kan Grupları Nasıl Belirlenir?

İnsanların kan grupları A ve B adı verilen iki farklı yapıtaşının varlığı ya da yokluğuna ve Rh faktörü adı verilen bir kan grubu faktörünün varlığı ya da yokluğuna göre belirlenir. Bir insanın kan hücrelerinde yanlızca A ya da B yapıtaşlarından biri ya da bu yapıtaşlarının ikisi beraber bulunabilir, veya bu yapıtaşlarından hiç biri bulunmayabilir. Bu olasılıklardan herbiri için Rh faktörünün varlığı ya da yokluğu söz konusu olabilir. Bu durumda insanlarda A Rh(+) (Rh faktörü var anlamında); A Rh(-) (Rh faktörü yok anlamında); B Rh(+); B Rh (-); AB Rh(+); AB Rh(-); 0 Rh(+) ve 0 Rh(-) olmak üzere sekiz ayrı kan grubundan biri bulunur.
Bireyin kan grubu anne ve babasından kalıtımla aldığı özellikler sonucu belirlenir. Mendel'in kalıtım kanunlarına göre Rh(+) bir erkek ile Rh(-) bir kadından doğacak çocuğun kan grubunun Rh(-) olma olasılığı %50'ye kadar varabilir. Rh uygunsuzluğu yaratan tek durum babanın Rh(+), annenin de Rh(-) olmasıdır.
İkisi de Rh(-) olan çiftin hiçbir zaman Rh(+) çocukları olamaz. İkisi de Rh(+) olan bir çiftin hem Rh(-) hem de Rh(+) çocukları olabilir.

ABO gruplarının kalıtımı

0 grubu ile AB grubu bir çiftin çocukları her zaman ya A grubu ya da B grubu doğar. Bu çiftin AB ya da 0 grubu çocukları olamaz.
0 grubu ile 0 grubu bir çiftin her zaman 0 grubu çocukları olur.
AB ve AB gruplarının birleşmesinden hiç bir zaman 0 grubu çocuk doğmaz. A; B ya da AB grubu çocuk doğar.
A ve B gruplarının birleşmesinden A; B, AB ya da 0 grubu çocuk doğabilir.
AB kan grubuna sahip birisi hangi kan grubuyla birleşirse birleşsin hiçbir zaman 0 kan grubu çocuğu olmaz.
0 kan grubu hangi kan grubuyla birleşirse birleşsin hiçbir zaman AB kan grubu olan bir çocuğu olmaz.
Yukarıdaki bu kalıtım şekillerinin gerçekleşmesi anne, baba ve bebeğin kan gruplarının doğru olarak belirlenmesine bağlıdır. Klinik uygulamalarda kan grubunun yanlış belirlenmesine ve anne ve babanın kafasında soru işaretleri doğmasına ender olarak rastlanabilmektedir. Adli tıpta babalık tayini için tek başına kan gruplarına güvenilmez. Bu durumlarda çok daha ileri incelemeler mevcuttur.

Kan uyuşmazlığında bebek nasıl zarar görür?

Bir insanın kendi dokusunun bir parçası olmayan her madde ve transplantasyonla (nakil yoluyla) vücuda yerleştirilen her organ yabancı bir madde olarak işlem görür. Bu yabancı maddelere antijen ("kendi genetik yapısına uymayan") adı verilir. Bu antijenler girdiği bedenin savunma sistemini harekete geçirir. Antijenler kan grubu yapıtaşları dışında bakteriler, virüsler, protozoalar gibi maddeler ve böbrek, karaciğer ya da kalp gibi nakledilen organlar olabilir.
Savunma sistemi kendisine yabancı olan maddeyi yok etmek amacıyla harekete geçer ve o maddeyi tanıyabilen antikor (yabancı cisme karşı üretilen "cisim") adlı maddeler üretir. Antikor antijenle anahtar-kilit ilişkisi içindedir ve antijeni gördüğü yerde ona bağlanarak parçalamaya ve sistemden uzaklaştırmaya çalışır.
Bir kişiye kendi kan grubundan olmayan bir kan verildiğinde kanda o kan grubuna karşı doğal olarak varolan antikorlar yabancı kanı parçalamak için harekete geçerler.
Kanı A yapıtaşı içeren bir insanda B'ye karşı, B yapıtaşı içeren insanda A'ya karşı, yapıtaşı içermeyen 0 (sıfır) kan grubu insanda hem A' ya hem de B'ye karşı, Rh faktörü içermeyen bir insanda da Rh (+) kana karşı doğal antikorlar hazır bulunurlar ya da hızla üretilirler. Bu yüzden kan transfüzyonu (kan nakli) gereken bir insanda uyumlu gruptan kan vermek hayati önem taşır.
Rh(-) kan grubu olan bir annenin karnındaki bebek, Rh(+) olan babasından gelen özelliklerle Rh(+) olarak belirlendiğinde Rh uygunsuzluğu klinik önem kazanır. Böyle bir durumda anne kanı bebek kanıyla ilk karşılaşmasında hemen Rh antijenine karşı antikor üretmeye başlar. Bu karşılaşmayı engellemede plasenta bariyer görevi yapar. Genel anlamda fetusta anneden farklı olarak bulunan çok sayıda yapıtaşı olduğundan annenin bebeğini "yabancı" olarak algılamasını engellemek için bu plasenta bariyeri çok önemlidir. Normal durumlarda bu bariyer doğuma kadar varlığını sürdürür ve anne kanıyla bebek kanı ancak doğum esnasında temasa geçer. Ancak düşük tehdidi, düşük, placenta previa, ablatio placenta ya da nedeni başka türlü açıklanamayan her türlü kanama esnasında bariyerin zayıflaması ve fetus kanının anne kanına geçmesi mümkündür. Tamamen normal seyreden bir gebelikte de sağlam plasenta bariyerinden fetusa ait az sayıda kan hücresi anne kanına geçse de bu az miktarda antijenin annenin savunma sistemini harekete geçirmesi zordur ve bu yüzden Rh uygunsuzluğu olan çiftlerin bebeklerinde ilk gebelikte çok nadiren problem olur.
Rh (-) annenin Rh(+) bebeğinin kanıyla ilk temasında savunma sisteminin cevabı yavaş olur ve antikorlar plasentadan fetusa geçerek fetusun hücrelerini parçalamaya zaman bulamadıklarından problem çıkmaz. Ancak anne bu durumda artık Rh(+) kana karşı sensitize olmuştur (duyarlı hale gelmiştir). İleriki gebeliklerden birinde yine Rh (+) kan grubu taşıyan bir bebeği olursa bu durumda annenin savunma sistemi hızla harekete geçer ve fetus kanını parçalamaya yönelik antikorları hızla ve çok yüksek miktarlarda üretir. Bu antikorlar anne kanından plasentaya buradan da kordon yoluyla fetus kanına geçerek fetusun alyuvarlarını hızla parçalarlar. Bu duruma immunize Rh uygunsuzluğu adı verilir. Fetusta alyuvarların parçalanması sonucu meydana gelen aneminin (kansızlık) şiddetine bağlı olarak fetusta kalp yetmezliğinden, bu yetmezlik sonucu vücut boşluklarında sıvı birkmesine ve ölüme kadar gidebilen durumlar ortaya çıkar. Fetusa ait alyuvarların parçalanmasıyla açığa çıkan bilirubin adlı madde belli bir seviyenin üstüne çıktığında bebeğin beynine zarar verebilir.
Rh(-) bir gebede bebeğin Rh(+) kan grubuna karşı oluşmuş antikorlar anne kanında İndirekt Coombs (IDC) incelemesiyle ortaya konur. Bu inceleme normalde negatif çıkmalıdır. Pozitif çıktığı andan itibaren immunize Rh uygunsuzluğu söz konusudur ve pozitifliğin şiddeti ile hastalığın fetusa verdiği zarar arasında direkt ilişki vardır.
Doğum sonrası bebeğin kanından bakılan Direkt Coombs (DC) incelemesi ise bebeğin kanında anne kanından gelen bebeğin Rh(+) antijenlerine karşı üretilmiş antikorlar ölçülür. Normalde negatif olmalıdır.

İmmunize Rh uygunsuzluğunun engellenmesi

Rh uygunsuzluğu olan bir çiftin bebeğinde immunize Rh uygunsuzluğu ortaya çıkmasının engellenmesi mümkündür. Bunun için Rh (-) kan grubu taşıyan annenin bebeğinin Rh(+) kan grubuyla ilk karşılaşmasını engellemek gerekir. Bu amaçla çeşitli isimlerle piyasada bulunan (örnek: RHOGAM) Anti-Rh-immunglobulinleri (antikorları) kullanılır. Halk arasında bu ilaçlar "uyuşmazlık iğnesi" olarak bilinirler.
Bu ilaçların içinde Rh (+) kan grubuna karşı antikorlar vardır. Bu antikorlar daha önce Rh(+) kanla karşılaşmış Rh(-) annelerin ürettikleri antikorların aynısıdır. Bu antikorlar anneye kalça yoluyla enjekte edildiğinde anne kanına geçerek tüm Rh(+) antijen taşıyan hücreleri bulur ve anne savunma sistemi henüz bu Rh(+) antijenleri görmeden bunları parçalayarak ilk teması engeller.
Anti-Rh-immunglobulinleri (antikorları) ilk teması her zaman başarılı bir şekilde engelleyemeyebilirler. Ancak düzenli antenatal takibe gelen gebelerde 28. gebelik haftasında ve doğumdan sonraki ilk 72 saatte olmak üzere toplam iki doz uygulandıklarında ileriki gebeliklerde problem ortaya çıkma olasılığı binde 1 kadar düşüktür. Doğum sonrası tek doz uygulamada başarısızlık oranı %2'ye çıkar.

Anti-Rh-Antikorları hangi durumlarda uygulanır?

Doğum öncesi hiç antenatal takibe gelmemiş bir Rh (-) gebede, babaRh(+) ise doğum sonrası bebeğin kan grubunun pozitif bulunması ve Direkt Coombs'un da negatif bulunması durumunda bir doz ilaç ilk 72 saatte kalçadan uygulanır. Burada amaç doğum esnasında bebekten anneye geçen Rh(+) antikorların annenin savunma sistemini harekete geçirmesini önlemek ve ileriki gebeliklerde daha hızlı cevap vermesine engel olmaktır.
Düzenli olarak antenatal takiplere gelen gebelerde baba Rh(+) ise aylık IDC incelemesi yapılır. 28. haftada IDC incelemesi negatif ise bebeğin kan grubu bilinememesine karşın %85 olasılıkla Rh(+) olacağı gözönünde bulundurularak bir doz uygulanır. Doğum sonrası bebeğin kan grubu tayini ve DC sonucuna göre ikinci doz uygulanır.
Gebeliğin herhangi bir döneminde geçirilen bir vajinal kanamada, düşük tehdidi ve düşükten sonra, gebeliğin kürtajla sonlandırılmasından sonra, amniosentez, plasenta biopsisi ya da kordosentez gibi müdahalelerden sonra da baba Rh(+) ise mutlaka bir doz ilaç uygulanır. Burada amaç bebeğin tayin edilemeyen kangrubunun Rh(+) olması durumunda Rh(-) anne kanında antikor üretimini engellemektir.
Baba Rh(-) ise herhangi bir Rh uygunsuzluğu söz konusu olmadığından ilacı uygulamak anlamsızdır.
Bebek Rh (-) doğmuş ise ilaç uygulanmasının bir anlamı yoktur.
Bebekte Direkt Coombs (+) bulunursa bu durumda zaten annenin savunma sistemi Rh(+) kanla çoktan harekete geçmiştir. İlaç uygulanması anlamsızdır.
İlk 72 saat içinde mümkün olan en erken saatlerde uygulama yapılmalıdır. 72 saat geçtiğinde anne kanı Rh(+) hücrelere karşı savunma cevabı oluşturmak için yeterli süreyi bulmuştur. Yine enjeksiyon anlamsızdır.
Herhangi bir antenatal incelemede IDC pozitif bulunduğunda immunize Rh uygunsuzluğu söz konusudur ve bu durumlarda tedavi yaklaşımı ayrı bir yön kazanır.
Anti-Rh-antikorları içeren ilaçlar ısıya ve ışığa karşı duyarlıdırlar. Bu yüzden ışıksız bir ortamda ve buzdolabında saklanırlar ve bir yerden bir yere taşınırken de genellikle buz torbası içinde muhafaza edilirler. Allerji gelişme ihtimaline karşı enjeksiyonlar anneye hastane şartlarında uygulanır.
Kan uyuşmazlığının nadir görülen diğer şekilleri (ABO, Kell, Duffy ve diğer altgrup uygunsuzlukları) burada anlatılmamıştır.