4 Mayıs 2015 Pazartesi

GONORE (BEL SOĞUKLUĞU)

GONORE
Çok yaygın görülen bu hastalığın etkeni gonokoklardır.

Bel soğukluğu; idrar yollarında, rahim ağzında, gözde, rektumda ve üreme organlarında yerleşen bir bakterinin neden olduğu hastalıktır. Hem kadında hem de erkekte görülen bu hastalık akıntılı iltihaba neden olur. Gonore, cinsel yolla bulaşır ve bu yolla bulaşan hastalıklar arasında en çok görülen hastalıktır.
Erkekten kadına bulaşması daha kolay olan bu hastalık, genelde genç erkeklerde ve kadınlarda görülür. Kadında yerleştiği bölge çoğunlukla rahim ağzıdır. Korumasız ve çok eşli ilişkiler yüzünden bu hastalığa yakalananların sayısı her yıl artmaktadır. Dünyada her yıl 50 milyondan fazla kişi bu hastalığa yakalanmaktadır. Yapılan bir araştırmada her otuz saniyede bir kadın bu hastalığı kapmaktadır.Bu hastalığa neden olan bakteri, sadece insandan insana bulaşabilir. Direkt temas gerekir. İnsan vücudunun dışında yaşaması zordur. Bu bakteri kuru ortamda yaşayamaz. Neme ihtiyaç duyar.
Bel soğukluğu, bir çok kadında belirti vermez. Kişi, taşıyıcı olarak kalır. Erkeklerde idrar yaparken yanma ve peniste akıntı görülür.

BELİRTİLERİ NELERDİR?

Erkekte; ilişkiden sonra bir hafta içinde ortaya çıkar. Öncelikle hafif bir yanma görülür. Daha sonra hastalık daha da şiddetlenir ve sarı renkte bir akıntı ortaya çıkar. Akıntı yeri kızarır ve şişer. Tedavi edilmediği takdirde meni yolları iltihaplanır ve kısırlık meydana gelir. Hastada sık sık idrar yapma hissi uyanır. Fakat idrara çıktığında az idrar yapar. Bazı hastalarda ise hastalık belirti vermeyebilir.
Kadında; belirtinin şiddeti değişiktir. Hatta bazen belirti vermeyebilir. İdrar yollarında sarı-yeşil renkte bir akıntı meydana gelir ve bu akıntı kötü kokuludur. Adet düzeni bozulur ve adet dönemleri arasında kanama görülür. Yine erkekte olduğu gibi idrara çıkarken yanma vardır. Kadınlarda bartholin bezleri bulunur. Bu bezlerin iltihaplanması sonucu şişlik oluşur ve bu şişlik ağrıya neden olur. Tedavi edilmediği takdirde bu iltihap yayılır ve enfeksiyon başka yerlerde de görülür. Dış gebeliğe neden olabilir. Hatta kısırlığa yol açar.
Anal ve oral ilişkiler sonrası rektumda ve ağız bölgesinde enfeksiyon gelişebilir. Cinsel ilişki sırasında üreme organlarında ağrı görülür ve buradaki kaslarda iltihap meydana gelebilir.
Bazı durumlarda eklemlerde ağrı oluşur. Bu, bakterinin kana karışması sonucu ortaya çıkar. Eklemlerde ağrı, iltihap ve şişlik görülür. Sadece bir yerde oluşan bir durum değildir. Gezici bir ağrıdır. Ağrı bir yerde geçse bile daha sonra başka yerlerde ortaya çıkabilir.
Ayrıca bu hastalık hamile anneden bebeğe bulaşabilir. Bu durumda bebekte kızarıklık ve akıntı oluşur. Körlüğe yol açan bir rahatsızlıktır.

BEL SOĞUKLUĞU TANISI

Bu hastalıktan şüphelendiğinizde bir jinekoloji uzmanına bizzat görünerek muayene olmanız gerekmektedir.

BEL SOĞUKLUĞUNDA NASIL BİR TEDAVİ UYGULANIR?

Her hastalıkta olduğu gibi bu hastalığın da tedavi edilmesinde erken teşhis, hastalığın daha kolay ve çabuk geçmesini sağlar. Tedavinin amacı hastalıktan tamamen kurtulmak ve hastalığın başka yerlere yayılmasını önlemektir.
Hastalığın tedavisinde antibiyotikler kullanılır. Hap ya da iğne şeklinde olabilir. Büyük oranda iyileşme sağlanır. Genelde tek bir ilaç kullanımı yeterli olmaz. Birden fazla ilaçla tedavi yürütülür. Hastalık, hekim tarafından düzenli kontrol edilmeli, iyileşme sağlandığı takdirde tekrar kültür yapılarak bakterilerin üreyip üremediği kontrol edilir.
Bu hastalığı geçirenlerin eşleri de tedavi edilmelidir. Düzensiz antibiyotik kullanımı bakterilerin hastalığa karşı direnç kazanmasına neden olur. Bu hastalıkta penisilin türü ilaçlar kullanılır.

BEL SOĞUKLUĞUNDAN KORUNMANIN YOLLARI

Bel soğukluğundan korunmak için mutlaka tek eşlilik tercih edilmelidir. Hayat kadınlarında, birden fazla kişiyle birlikte olanlarda bel soğukluğu görülme ihtimali fazladır.
Bir diğer yöntem ise ilişki sırasında korunmaktır. Prezervatif (kondom) kullanmak büyük oranda korunma sağlar. Yalnız prezervatif bir kere kullanılmalı sonra atılmalıdır. Fakat asla yüzde yüz koruma sağlamaz.
Bu hastalığın erken tanısı hastalığın başkalarına bulaşmaması için çok önemlidir. Bu hastalığa yakalananların hastalıktan tamamen kurtuluncaya kadar cinsel ilişkiden uzak durmaları gerekir. Çünkü hastanın kendi sağlığını düşündüğü kadar karşıdaki insanı da düşünmesi gerekir.

AKDENİZ ANEMİSİ (TALASEMİ)

AKDENİZ ANEMİSİ
Akdeniz anemisi, Akdeniz kansızlığı ya da tıptaki adıyla Talasemi; Akdeniz ülkelerindeki ırklarda görülen, doğacak çocuğa anne-babasından ”Beta Talasemi” geninin kalıtımsal olarak geçen bir tür “kansızlık” hastalığıdır. Anemi (kansızlık) oluşmasına neden olan etmen, kanda alyuvarların yapısında yer alan “hemoglobin” molekülünün yapısındaki bozukluktur.
Hastalığın iki apayrı biçimi vardır: Talasemi Major ile Talasemi Minör.
Talasemi Minör (Akdeniz Anemisi Taşıyıcılığı)
Talasemi minör, major’a göre çok daha hafif izler. Bireylerdeki tek bulgu yalnızca kansızlıktır. Kişilerin tek yakınmaları halsizliktir. Üstelik, kimi hastalar evlenme işlemlerinde yapılan zorunlu kan incelemelerine dek taşıyıcı olduklarını hiç bilmeyebilirler. Bu hastalarda yapılan incelemede, serum demir düzeyi olağan ya da artmıştır. En çok görülen kansızlık türü olan ve bu hastalıkla en çok karıştırılan Demir eksikliği anemisi’nde ise demir azalmıştır.
Tanı, “Hemoglobin Elektroforezi” ile konur. Bu hastalığın anlaşılmasında işe yarayan en önemli inceleme ölçütlerinden biri olan HbA2 (kanda oksijenin taşınmasını sağlayan hemoglobin molekülünün küçük bir oranı) normal kişilerde %3,4 iken bu hastalıkta % 7 ye yükselmiştir; HbF ise küçük bir düzeyde (%2-6) artmıştır. T. Minor’ün asıl önemi bu hastalığın evli çiftin her iki bireyinde de olmasında ortaya çıkar; çocuğun %25 T. Major, yani hastalığın ağır ve ölümcül seyreden biçiminden olma olasılığı vardır.
Anne ve babadan yalnızca biri Akdeniz Anemisi taşıyıcısı (Talasemi Minör) ise doğacak çocuklarının taşıyıcı olma olasılığı % 50'dir. Talasemi major olma olasılıkları ise yoktur.
Talasemi Major (Cooley Anemisi)
Talasemi Major hastalığın ağır izleyen biçimdir ve bir öbür adı da Cooley anemisidir.
Sağlıklı insanlarda iki alfa ve iki beta altbirimlerinden oluşan hemoglobin molekülünün aksine, Cooley anemisi olan hastada beta birimleri düzgün oluşamadığı için, sorunsuz oluşan alfa altbirimleri beta altbirimleri olmadan hücre içinde çöker, ve alyuvarların yaklaşık %90'ı daha olgunlaşmadan ilik içinde ölür. Buna etkisiz kan üretimi (inefektif hematopoez) denir.
Çoğunlukla bebek daha 6 aylıkken birdenbire başlayan ağır kansızlık sonucu kalp yetmezliği gelişir. Bunun olmaması için düzenli olarak sık sık kan nakli yapılmalıdır. Kan nakli yapılmazsa hasta birkaç yılda ölür. Kan nakli yetersiz yapılırsa, kan eksikliğini karşılamak için normalde kan yapımının gerçekleşmediği organlarda da (karaciğer, dalak, yassı kemikler (özellikle kafatası kemiklerinde)) ilik doku gelişmeye başlar ve bu kemiklerin kırılmalarına neden olup, aynı zamanda çocuğun yüz şeklinde belirgin değişikliklere yol açabilir. Kan yapımındaki tüm bu çabalara karşın, üretilen alyuvarların hemoglobinin yapısındaki bozukluk bu üretimi etkisiz kılar.
Yüz şeklinin değişmesi şu biçimdedir: Burun kökü çökük, alın ve elmacık kemikleri çıkıktır. Üst dişler öne fırlamıştır. Baş dört köşe şeklini alır. Dalak ve karaciğer büyür. Boy kısa kalır. Çocuk ergenlik çağına giremez. Kan nakilleriyle vücutta biriken aşırı demirin yol açtığı kalp sorunları (myokarditkalp yetmezliği vs.) ileri yaşlarda çoğunlukla ölüm nedenidir. Hemoglobin elektroforezi incelemesinde; normal yetişkin insanlarda bulunmayan, ancak bu hastalıkta % 50-90 vakada görülen ve bir tür hemoglobin olan HbF’in kanda bulunması tanı koydurucudur.
Anne ile babanın ikisi de Akdeniz anemisi taşıyıcısı (Talasemi Minör) ise doğacak çocukların Talasemi Major olma olasılığı % 25, taşıyıcı olma olasılığı % 50 olacaktır. Ancak % 25 olasılıkla çocuk normal olacaktır.
Tedavi
Tedavide kan nakillerinin yanı sıra nakledilen kan nedeniyle vücutta biriken fazla demirin idrarla atılımını sağlayan “Desferoksamin” ve “C vitamini” verilir. Aşırı büyümüş dalak ameliyatla alınır. Dalak ameliyatı öncesi pnömokok aşısı yapılır sonrasında da depo penisilin koruma tedavisi önerilir. Özellikle erken yaşta (henüz kan nakilleri fazlaca yapılmadan) kemik iliği nakli ile bu hastalar %70-80 tam olarak sağlıklarına kavuşabilmektedir.
Ülkemizin de bir Akdeniz ülkesi olması nedeniyle Türk toplumu olarak bu hastalığı taşıma riskimiz vardır. Tüm Türkiye nüfusunun yaklaşık % 2,1 i taşıyıcıdır. Bu oran Antalya,AntakyaMersin gibi bölgelerde % 12 lere kadar çıkabilmektedir. Bunun için her çifte evlenmeden önce mecburi yapılan tahliller içinde Hemoglobin (Hemogram dahilinde) ve Hemoglobin Elektroforezi tahlilleri de yer alır.

CİLT KANSERİ

CİLT KANSERİ


Cilt dokularından kaynaklanan kanserlerdir. Birden fazla türü vardır. Cilde rengini veren melanosit simile hücrelerden kaynaklanan kanserler Malign melanoma olarak adlandırılır.
Bazal hücrelerden kaynaklanan kanserler, bazal hücreli karsinomalardır. Cildin dış tabakasındaki yassı hücrelerden kaynaklanan kanserler yassı hücreli karsinomalardır. Yine sinir sisteminden gelen uyarılara hormon üreterek cevap veren nöroendokrin hücrelerinden kaynaklanan cilt kanserleri de vardır. Cilt kanserleri ileri yaşlarda, güneş ışığına maruz kalan bölgelerde veya bağışıklık sistemi zayıf olan kişilerde ortaya çıkar. Cilt kanserleri en çok görülen kanser türüdür. Tüm kanser vakalarının yaklaşık yarısını cilt kanserleri oluşturur.
Bazal ve yassı hücreli kanserlerin sayısı kesin olarak bilinmemekle birlikte ABD’ de her yıl bir milyon yeni vaka tespit edileceği tahmin edilmektedir. Bazal hücreli kanserler daha yaygındır, bu vakaların 800.000 ila 900.000’ i bazal hücreli kanserler ve 200.000 ila 300.000 i yassı hücreli kanserlerdir. Cilt kanserleri sıklıkla ölüme sebebiyet vermezler. En çok görülen kanser türü olmasına rağmen kansere bağlı ölümlerin en az nedenidir. Melanom dışı cilt kanserlerine bağlı olarak ABD’ de her yıl 1000 ila 2000 ölüm görülmektedir. Ölen hastaların çoğu yaşlı ve yeterince tedavi almamış olanlardır. Diğer ölüm vakaları ise organ transplantasyonu yapılmış, bağışıklık sistemi bozuk hastalardır. Cilt kanseri, cildin tabakalarından kaynaklanan, hücrelerin aşırı ve kontrolsüz büyümesiyle ortaya çıkan kanserlerdir. Cildin en dış tabakası epidermis ve onun altında yer alan daha iç tabaka ise dermis olarak adlandırılır. Epidermiste en dışta yassı hücreler olmak üzere üç tip hücre (yassı hücreler, bazal hücreler ve melanositler) bulunur. Melanositler cilde rengini veren melanin pigmentini yapan hücrelerdir. Fazla güneşe maruz kaldığında daha çok melanin pigmenti yapılır ve cilt rengi koyulaşır.

RİSK FAKTÖRÜ
*Cilt rengi ve güneş ışığına maruz kalma, melanom dışı cilt kanseri ve aktinik keratoz riskini artırır.  
*Bazal hücreli ve yassı hücreli cilt kanserleri için risk faktörleri;
*Doğal veya yapay aşırı güneş ışığı maruziyeti
*Sarışın, mavi veya yeşil gözlü, çilli olma
*Ciltte yanık veya yara izi olması
*Arsenik maruziyeti
*Kronik cilt enfeksiyonları veya cilt ülserleri
*Radyoterapi almış olmak
*Organ nakli veya diğer nedenlerle bağışıklık sistemini baskılayıcı ilaç alıyor olmak
*Aktinik keratozis
*Bu risk faktörlerine sahipseniz, doktorunuzla bu konuyu görüşmelisiniz.

DİĞER BAZI RİSK FAKTÖRLERİ ŞUNLARDIR;
Yaş: Yaşla birlikte cilt kanseri görülme riski artar. Bunun nedeni yaşla birlikte güneş ışığına maruziyet süresinin artması olabilir.
Erkek Cinsiyet: Erkeklerde bazal hücreli cilt kanseri kadınlardakinden iki kat, yassı hücreli kanser ise üç kat daha fazla görülmektedir.
Kimyasallar: Arsenik dışında böcek ilacı yapımında kullanılan ağır metallere maruz kalma, parafin, belli tip yağlar, kömür ve katran maruziyeti de cilt kanseri riskini artırır.
Bir kez cilt kanseri olan birinde ikinci bir kez cilt kanseri görülme riski daha fazladır.
Sedef hastalığı nedeni ile ilaç ya da PUVA(ultraviyole ışın tedavisi) alanlarda yassı hücreli cilt kanseri ve diğer cilt kanserleri riski daha fazladır.
Nadir görülen kseroderma pigmentozum olarak adlandırılan bir cilt hastalığında güneş ışığına bağlı hasarın tamir edilebilme kapasitesi azalır. Bu bireylerde çocukluk çağında bile cilt kanserleri görülebilir.
HPV(İnsan papilloma virüsü) genital bölge ve anüste, el ve ayaklardakinden farklı siğillere neden olur. Bu siğiller, cilt kanseri riskini artırır.
Sigara içmek yassı hücreli cilt kanseri riskini artırmaktadır.

KORUNMA
Bazal hücreli ve yassı hücreli kanserler tam olarak önlenememekle birlikte kansere yakalanma riski azaltılabilir. Melanom dışı cilt kanseri riskini azaltmanın en iyi yolu güneş ışığına maruz kalmamaktır. Kendinizi güneş ışınlarından korumanın ve ultaviyoleden faydalanmanın dört yolu; güneşlenirken tişört giymek; şapka takmak, gözleri korumak için güneş gözlüğü kullanmak ve güneşten koruyucu kremler kullanmaktır. Yapay bronzlaşma da cilt için zararlıdır. Bu tarz ultraviyole ışınlarına da maruz kalmaktan kaçınmalısınız. Çocukları da mümkün olduğunca güneş ışığından korumalı ve onlara kendilerini güneş ışığından korumanın yollarını öğretmelisiniz. Ancak güneş ışığından kaçınma önerilirken güneş ışığı ve vitamin D arasındaki ilişkiye de dikkat edilmesi önemlidir. Vitamin D ciltte güneş ışığı etkisi ile üretilen ve belli kanserlere karşı da koruyucu etkisi olduğu bilinen bir vitamindir. Vitamin D’ nin en uygun seviyesi ve cilt kanseri riski ile güneş ışığından yeterli vitamin D alınması arasındaki yarar zarar dengesi tam olarak bilinmemektedir. Cilt renginiz koyu ise ve güneş ışığının zayıf olduğu bölgelerde yaşıyorsanız günlük vitamin D almanız veya belirli gıdalarla Vitamin D takviyesi yapmanız tavsiye edilebilir, ülkemizde de sütlerin çoğuna Vitamin D ilave edilmektedir. Arsenik, böcek ilaçları gibi bazı kimyasallara da maruz kalmaktan kaçınmalısınız.

BELİRTİLER
Çeşitli cilt kanseri türlerinden en çok görülenleri hakkında kısa bilgi aşağıdadır;
Bazal hücreli kanserler: En dış tabaka olan epidermisteki hücrelerden kaynaklanır. Her 10 cilt kanserinden yaklaşık sekizi bazal hücreli kanserlerdir. Bu tip cilt kanserleri yavaş büyürler, nadiren yayılım yaparlar. Bazal hücreli kanserlerin neredeyse yarısında beş yıl içinde yeni cilt kanseri görülebilmektedir.
Yassı hücreli kanserler: Epidermisteki yassı hücrelerden kaynaklanır. Her 10 cilt kanserinden yaklaşık ikisi yassı hücreli kanserlerdir. Yassı hücreli kanserler sıklıkla cildin hemen altındaki yağ dokusuna yayılma eğilimindedir ve nadiren de olsa lenf nodlarına ve vücudun uzak bölgelerine yayılabilir. Bunlar melanom dışı kanserlerdir. Melanomlar ise daha nadir görülen cilt kanserleridir, melanom dışı kanserlerin vücudun diğer bölgelerine yayılımı çok nadirken, melanomlar sıklıkla çevre dokuya ve vücudun diğer bölgelerine yayılır. Aktinik keratozis ise zamanla cilt kanserine dönüşebilecek özel bir cilt hastalığıdır. Fazla güneş ışığına maruz kalma sonucunda ortaya çıkan solar keratoz olarakta bilinen ciltte küçük, kaba ve pürüzlü, pembe-kırmızı ya da ten renginde lezyonlardır. Genellikle bir bulgu vermezler ve çok sık olmamakla birlikte kansere dönüşebilirler. Aktinik keratoz gibi kansere dönüşebilecek diğer cilt lezyonlarının kansere dönüşmeden çıkarılması gerekebilir, bu nedenle doktorunuza düzenli olarak kontrollere gitmelisiniz. Bazı cilt tümörleri de iyi huyludur, nadiren kansere dönüşürler. Bu tümörler; benlerin çoğu, seboreik keratoz, hemanjiyoma, lipom ve siğillerdir.
Melanom dışı cilt kanserleri ve aktinik keratoz cilt değişlikleri ile karakterizedir. Ciltteki tüm değişiklikler melanom dışı kanserler ve aktinik keratozun bulguları olmamakla birlikte, ciltte değişiklikler görüldüğünde doktora danışılmalıdır.
İyileşmeyen iltihaplı lezyonlar
Ciltte görülen;
Küçük, kabarık, düzgün, parlak ve cilalı lezyonlar
Küçük, kabarık, kırmızı veya kahverengi-kırmızı renkli lezyonlar
Düz, sert, kırmızı veya kahverengi ve kabuksu lezyonlar
Kabuksu, kanamalı lezyonlar
Yara izine benzer ve kalıcı lezyonlar melanom dışı cilt kanserinin olası bulgularıdır. 
Ciltte sert, pürtüklü, pembe, kırmızı veya kahverengi, kabarık, kabuksu alanlar ve
alt dudakta dudak kremi yardımıyla geçmeyen çatlama ve soyulma; aktinik keratozun olası bulgularıdır.
Cilt kanserleri çok büyük boyuta ulaşmadıkça belirti ve bulgu vermezler. Ciltte yeni ortaya çıkan bir büyüme, mevcut kitle veya lekelenmede boyut artışı ve üç ay içinde iyileşmeyen cilt ülserleri, cilt kanserlerinin öncü bulguları olabilir. Cilt kanserleri ancak çok büyük boyutlara ulaştığında kanama ve ağrıya neden olabilir. 


TANI
Melanom dışı kanserlerin tanısında kullanılan muayene ve tanı yöntemleri şunlardır. Muayene: Ciltteki renk, biçim ve yapı değişiklikleri, şişlik ve ciltteki lekeler, doktor tarafından dikkatle muayene edilir.
Biyopsi: Ciltte görülen normal dışı büyümeden parça alınarak, bu parçada kanser hücrelerinin olup olmadığı patoloji uzmanı tarafından mikroskop altında incelenir. Cilt kanseri tanısı konduktan sonra hastalığın diğer bölgelere yayılıp yayılmadığının tespiti için bazı testlere başvurulabilir. Yassı hücreli kanserlerde lenf bezleri yayılımının tespiti için lenf bezi biyopsisi yapılabilir. Cilt kanserlerinin iyileşme şansı; kanserin evresine, kanserin tipine, tümörün yeri ve boyutuna ve hastanın genel sağlık durumuna bağlıdır.
Evre 0 melanom dışı cilt kanserinde kanser hücreleri cildin en dış tabakası epidermiste yerleşmiştir.
Evre I de kanser hücrelerinin boyutu 2 cm’ den küçüktür.
Evre II’ de tümör 2 cm’ den büyüktür.
Evre III’ de ise tümör cildin altına doğru kıkırdak tabakasına veya kaslara, kemiğe veya komşu lenf bezlerine yayılmış olabilir; ancak daha uzak bölgedeki organlara yayılmamıştır.
Evre IV de ise tümör vücudun diğer bölgelerine yayılmıştır.
Tedavi melanom dışı cilt kanserinin tipine, kanser öncülü lezyonların tipine bağlıdır.

Tedavi
Melanom dışı cilt kanserleri ve aktinik keratozis tedavisinde temel olarak dört tedavi yöntemi vardır.
Cerrahi Tedavi; Farklı cerrahi tedaviler uygulanmaktadır.
Mohs Mikroskopik cerrahi yönteminde tümör ince tabakalar halinde çıkarılır ve cerrahi sınırda tümör hücrelerinin kalıp kalmadığı mikroskop altında incelenir. Bu yöntemde olabildiğince az normal doku çıkarılması mümkün olabilmektedir, bu nedenle kozmetik sonuçların önemli olduğu, yüz gibi bölgelerde tercih edilmektedir.
Basit eksizyon; tümörün bir miktar normal cilt dokusu ile birlikte çıkarılmasıdır.
Traş eksizyonda; ufak bir bıçak yardımı ile kanserli bölge cilt yüzeyinden traş edilir.
Elektrodiseksiyon ve küretaj; küret adı verilen keskin kaşık şeklinde bir aletle tümörlü cilt yüzeyi kesilir ve kanama elektrotlarla durdurulur. Elektrotlarla bu işlem cerrahi sırasında üç kez tekrarlanabilir.
Kryocerrahi; bu yöntemde küçük bir metal plaka donma derecelerine kadar soğutulur ve daha sonra anormal hücrelerin bulunduğu alana yerleştirilerek anormal hücreler yok edilir. Karsinoma in situ gibi erken evre cilt kanserierinin tedavisinde bu yöntemden faydalanılabilir.
Lazer Cerrahi; Anormal hücreleri yok etmek için lazer kullanılır .
Dermabrazyonda ise cildin en üst tabakası küçük partiküller kullanılarak soyulur.
Radyoterapi; Yüksek enerjili X ışınları kullanılarak kanserli alanlar bölgesel olarak tedavi edilir. Radyoterapinin amacı kanserli hücreleri yok etmek ve tümörü küçültmek olarak özetlenebilir. 
Kemoterapi: Kanseri tedavi etmenin başka bir yolu olan kemoterapi de kanser hücrelerini yok etmek için ilaçlar kullanılır. Hastalığın yayılımına göre ilaçlar damar yoluyla verilebileceği gibi organ içine ya da vücut boşluklarına verilerek bölgesel olarak uygulanabilir. Melanom dışı cilt kanserlerinde kemoterapi krem veya losyon olarak cilde uygulanır. Vitamin A içeren retinoid adı verilen ilaçlar cilt kanserlerinin önlenmesi amacıyla kullanılmaktadır. Yassı hücreli cilt kanserlerinin tedavisinde retinoidlerin kullanılması halen araştırılmaktadır.
Fotodinamik Tedavi; İlaç ve lazer kullanılarak kanser hücrelerinin öldürülmesidir. Damar yoluyla verilen ilaç ışığa maruz kaldığında aktive olur ve kanser hücrelerinde daha fazla tutulan bu ilaç normal hücrelere zarar vermeden kanserli hücreleri öldürür.
Tedaviden Sonra Tedavi cevabının değerlendirilmesi için düzenli olarak kontrollere çağrılacaksınız. Doktorunuz kanserin tekrarlayıp tekrarlamadığını tespit etmek için size bazı testler uygulayacaktır. Bazal hücreli kanserler tedaviden sonraki ilk beş yıl içerisinde tekrarlama eğilimindedir. Tedaviden sonraki beş yıl her altı ayda bir, daha sonra ise yılda bir cilt muayenesi tekrarlanmalıdır.
Yassı hücreli kanserler ise yayılma eğilimindedir, tedaviden sonraki yıllarda her üç ayda bir cilt muayenesi tekrarlanmalıdır.

KRONİK BÖBREK YETMEZLİĞİ

Kronik Böbrek Yetmezliği/Hastalığı (KBH) nedir?

KBH, böbrekleri hasara uğratan ve böbreklerin normal görevlerini (kanı zararlı maddelerden temizleme, vücut sıvı dengesini sağlama, tansiyonu düzenleme ve hormon yapımı gibi) yapmasını engelleyen uzun süreli bir hastalıktır. Bu hastalığın teşhisi için üç aydan daha uzun süren idrar albumin atılımı artışı ve/veya böbrek fonksiyonunda önemli azalması (glomerüler filtrasyon hızı;GFH azalması) ile konulur. Bu hastalık tansiyon yüksekliği, kansızlık, kemik hastalığı ve kalp-damar hastalıkları gibi komplikasyonlara yola açabilir.


Böbrek yetersizliğinin başlangıç belirtileri nelerdir?

Kronik böbrek hastalığı / yetmezliği ileri aşamaya gelinceye kadar genellikle ciddi belirti vermeyebilir. Bununla birlikte aşağıdaki belirtilerden biri veya birkaçına sahip olan kişilerde kronik böbrek hastalığı / yetmezliği olabileceği akla gelme ve gerekli testler yapılmalıdır;
  • Halsizlik, çabuk yorulma ve enerji kaybı
  • Konsantrasyon bozukluğu
  • İştahsızlık
  • Uyku bozuklukları
  • Geceleri kas krampları
  • Ayak ve bacakta şişlik olması
  • Özellikle sabahları göz çevresinde şişlik olması
  • Ciltte kuruluk ve kaşıntı
  • Özellikle geceleri daha sık idrar çıkma.
Kronik böbrek hastalığı / yetmezliği herhangi bir yaşta ortaya çıkabilir. Bununla beraber aşağıdaki durumlardan birisine sahip olanlarda böbrek hastalığı ve yetmezliği gelişmesi olasılığı daha fazladır. Diğer bir deyişle bu durumlardan birisine sahip olanlarda böbrek hastalığı riski yüksektir;
  • Şeker hastalığı
  • Tansiyon yüksekliği (tansiyon yüksekliği)
  • Şişmanlık
  • Yaşlılık
  • Ailesinde diyabet, hipertansiyon ve böbrek hastalığı bulunması
  • Sigara içenler

Böbrek yetmezliğinin nedenleri nelerdir?

Genel olarak KBH nın en sık görülen nedenleri şeker hastalığı (diabetes mellitus), tansiyon yüksekliği (hipertansiyon), nefritler (glomerülonefritler, intersitiel nefritler vs), ürolojik nedenler (idrar yolu taşları ve idrar yolu tıkanmaları) ve kistik böbrek hastalıklarıdır. Ülkemizde son dönem böbrek yetmezliğine yol açan hastalıklar arasında ilk üç neden şeker hastalığı, tansiyon yüksekliği ve glomerülonefritler olup bunları ürolojik hastalıklar, kronik tubülointerstisiyel hastalıklar ve pyelonefritler izlemektedir. Çocukluk yaş grubundaki hastalarda ise böbrek yetmezliğine götüren en önemli nedenler ise vezikoüreteral reflü, tekrarlayan üriner infeksiyonlar ve kronik glomerülonefritlerdir.

Böbrek yetmezliğine nasıl teşhis edilir?

Kronik böbrek hastalığı / yetmezliği genellikle son dönemde kadar belirti vermediği için hastalığın belirlenmesi ancak yapılacak idrar ve kan testleri ile mümkün olur. Bu amaçla kanda kreatinin ölçümü ve glomerüler filtrasyon hızı (GFH) hesaplanması ve idrarda protein / albumin tayini ile teşhise ulaşılabilir. Ultrasonografik tetkik ile de böbreklerde yapısal anormallikler ortaya konulabilmektedir.

Geç teşhis edilen Böbrek Yetmezliğinin sonuçları sonuçları nelerdir?

Birinci sonuç ilerleyici böbrek fonksiyon kaybına bağlı olarak böbrek yetmezliği oluşması ve diyaliz ve/veya transplantasyon ihtiyacının doğmasıdır. İkincisi ise kalp-damar hastalığa (KVH) bağlı erken ölümdür. Sağlıklı görünen ancak KBH bulunan bireylerde KVH (koroner kalp hastalığı, serebrovasküler hastalık, periferik arter hastalığı ve kalp yetmezliği) tan erken ölüm riski KBY olsun veya olmasın 10 kat daha artmaktadır. KBH her yıl 12 milyondan fazla bireyde KVH a bağlı morbiditeye neden olmaktadır. Bu sayı Tip 2 DM un global epidemisine bağlı olarak hızla artmaktadır.
Böbrek Yetmezliği Tedavisi

Son 10 yılda yapılan klinik araştırmalar ACE inhibitörleri /ARB lerin kullanılması ile RAS ın bloke edilmesinin KVH, diabet, tansiyon yüksekliği ve KBH na bağlı hastalık yükünü anlamlı düzeyde azalttığını göstermiştir. Bu ilaçların maliyetleri ise nispeten düşüktür. ACE inhibitörleri /ARB leri böbrek hastalığının ilerlemesini önlemekte veya yavaşlatmakta ve albüminüriyi azaltmaktadır. Böbrek hastalığının erken teşhisi ve önlenmesinin teşvik edilmesi  Dünya Sağlık Örgütü (WHO) tarafından önerilen hedeflerin başarılması için önemli ilk adım olacaktır; bu girişimlerle dünyada kronik hastalıklara bağlı ölümlerin (gelecek 10 yılda beklenen 36 milyon önlenebilir ölümde) %2 oranında azaltılması mümkün olacaktır.

Kronik Böbrek yetmezliği ve kalp-damar hastalıklarının teşhisi, önlenmesi ve tedavi edilmesi için neler yapılabilir?

Teşhis Günümüzde KBH nın erken dönemde teşhisini mümkün kılacak serum kreatinin ölçümü, GFH hesaplanması ve idrarda albumin ölçümü için basit testler vardır. Gelişmekte olan ülkelerde KBH nın erken dönemindeki hastaların çoğunda tanı konulamamaktadır. Böbrek bozukluğunun erken teşhisi çok önemli olup böbrek hasarının komplikasyonlara yol açmasından önce uygun tedavisini mümkün kılar.

Böbrek yetmezliğini önleme ve geciktirmek için neler yapılabilir

Böbrek hastalığı açısından yüksek riskli olduğu düşünülen bireylerde taramaların yüksek önceliği vardır. Yüksek risk grubundaki bireyler;
  • Şeker hastalar
  • Tansiyon yüksekliği olan hastalar
  • Şişmanlar
  • Sigara içenler
  • 50 yaşın üzerindeki bireyler
  • Şeker hastalığı, tansiyon yüksekliği ve böbrek hastalığına ilişkin aile öyküsü olanlar
  • Diğer böbrek hastalığı bulunan bireyler
Güncel böbrek koruyucu tedaviler böbrek yetmezliğinin erken evrelerini de içine alacak şekilde uygulanmalıdır. Böbrek ve kalp-damar hastalığını önleyen anahtar koruyucu önlemler tanımlanmış ve başarılığı olduğu kanıtlanmıştır.
Şöyle ki;
  • Proteinüri ve düşük GFH olanlarda ACE inhibitörleri / anjiotensin reseptör blokerleri (ARB) lerin kullanılması
  • Yüksek kan basıncının azaltılması-kan basıncı ne kadar düşük olursa böbrek fonksiyonlarının korunması o oranda daha fazla olur
  • Glukoz, kan lipidleri ve aneminin kontrol edilmesi
  • Sigaranın bırakılması
  • Fiziksel aktivitesinin arttırılması
  • Şişmanlarda kilonun kontrolü

Böbrek yetmezliğinin sıklığı nedir?

Dünyada 500 milyondan fazla insanda KBH vardır; genel olarak dünyada her 10 yetişkinin 1 inde değişik derecelerde kronik böbrek hastalığı olduğu hesaplanmıştır. Ülkemizde ise her 8-9 kişiden birisinde kronik böbrek hastalığı olduğu düşünülmektedir. Halen yürütmekte olduğumuz saha çalışması ile Türkiye bölgelere göre bu hastalığın tam boyutunu ortaya koyma imkanı bulabileceğiz. Kronik böbrek hastalığı giderek artan sıklığı, yol açtığı yüksek morbidite ve mortalite oranları, yaşam kalitesini ciddi şekilde etkilemesi ve tedavisi için gereken tedavilerinin çok yüksek maliyeti nedeniyle toplumsal yükü büyük olan bir hastalıktır. Günümüzde halk sağlığını ve sağlık bütçelerini tehdit eden bulaşıcı olmayan kronik hastalıklar (kalp-damar hastalıklar, tansiyon yüksekliği, şeker hastalığı ve kronik böbrek hastalığı vs) bulaşıcı hastalıkların yerini almıştır. İnfeksiyon hastalıklarına bağlı ölümlerin gelecek 10 yılda %3 kadar azalacağı tahmin edilmektedir. Buna karşın 30 yaşın üzerindeki bireylerdeki dünyadaki hastalık yükünün %72 sini oluşturan kronik hastalıkların çoğu gelişmekte olan ülkelerde olmak üzere %17 kadar artış göstereceği öngörülmektedir. Yaklaşan bu sağlık ve sosyoekonomik krize karşı en uygun eylem kronik hastalıkların önlenmesidir. Global halk sağlığı çabalarının parçası olarak sıklıkla gözden kaçan böbrek hastalıkları günümüzde önleme çabaları açısından kritik bir organ hastalığıdır. Daha da önemlisi böbrek hastalığı “hastalık çoğaltıcısı” olarak kabul edilebilir.

Artan böbrek yetmezliği maliyeti ve toplumsal sonuçları nedir?

Son dönem böbrek yetmezliğinin maliyetleri giderek artmaktadır. Dünyada 1.5 milyon nun üzerinde diyaliz (hemodiyaliz; makine diyalizi ve periton diyalizi; karından diyaliz) gören veya böbrek transplantasyonu (nakli) yapılmış insan yaşamaktadır. Bu sayının gelecek 10 yılda ikiye katlanması tahmin edilmektedir. Gelecek 10 yılda diyaliz ve transplantasyonun dünyadaki toplam maliyeti nin 1 trilyon USD ı geçeceği sanılmaktadır. Bu ekonomik yük gelişmiş ülkelerde sağlık bütçelerini zorlamaktadır. Daha düşük gelir düzeyi olan ülkelerde ise altından kalkılması mümkün olamayan bir ekonomik ortaya çıkacaktır. Ülkemizde ise 2005 yılında diyalize giren kronik böbrek yetmezliği hastaları için bütçeden yaklaşık 1 milyar USD harcandığı hesaplanmıştır. Gelişmiş ülkelerde renal replasman tedavisi (RRT) gören hastaların %80 ninden fazlası yaşamakta iken gelişmekte olan ülkelerde bu yük büyük oranda karşılanamamaktadır. Örneğin Hindistan ve Pakistan gibi ülkelerde RRT ihtiyacı olan hastaların ancak %10 nu bu tedavileri almaktadır. Birçok Afrika ülkesinde RRT ne ulaşma olanağı ya yok yada çok azdır. Yani bu ülkelerde SDBY olan insanların çoğu ölmektedir. Ancak ülkemizde son dönem ulaşmış bütün hastalara diyaliz tedavisi imkanı sunulabilmektedir.

EKG NASIL ÇEKİLİR?

Elektrokardiyografi (EKG) Nedir?

Kalbin elektriksel aktivitesinin özel kâğıtlara yazdırılma iş­lemine elektrokardiyografi (EKG) denil­mektedir. Kalbin elektriksel aktivitesi deri­ye yerleştirilen küçük metal diskler (elek­trotlar) vasıtasıyla ölçülmektedir. Elektrot­lar hastanın göğsüne, kollarına ve bacakla­rına yerleştirilmektedir. Elektrotlar, elek­triksel aktiviteyi kağıt üzerindeki şekle dö­nüştüren cihaza bağlanmaktadır. Kağıt üze­rindeki bulgular da hekimler tarafından de­ğerlendirilmektedir. Elektrokardiyografi kalp genişlemesi, kalp büyümesi, kalbe gi­den kan miktarındaki azalma, yeni veya es­ki kalp hasarları, kalp ritim problemleri ve değişik kalp ve kalbi saran zar hastalıkları hakkında önemli bilgiler verebilmektedir.
EKG genellikle, göğüs ağrısı ile başvuran hastalarda kalp krizi tanısını koyabilmek, düzenli veya düzensiz kalp ritim bozukluk­larını (aritmiler) ortaya çıkarmak, efor testisırasında kalbin elektriksel aktivitesini kay­detmek, kalbi etkileyebilecek değişik ilaç­ların etkinliklerini veya yan etkilerini ve mekanik aletlerin (kalıcı kalp pili vb) fonk­siyonlarını değerlendirmek amacıyla yapıl­maktadır. Kalp hastalığı şikayeti (göğüs ağ­rısı, çarpıntı, nefes darlığı, baş dönmesi, bayılma) olan hastaların veya kalp hastalığı açısından risk (yüksek kan basıncı ve koles­terol, sigara içimi, diyabet, aile öyküsü ve­ya ileri yaş) taşıyan hastaların değerlendiril­mesi amacıyla da EKG testi yapılmaktadır.
EKG testi Nasıl yapılır:

EKG cihazı her yere götürülebilmektedir, bu nedenle her yerde yapıla­bilmektedir. EKG çekilmesi için hastanın özel olarak hazırlanmasına gerek yoktur. Ağrılı veya hasta açısından rahatsız edici bir işlem değildir. EKG çekimi sırasında hasta muayene masasında veya yatakta sırt üstü yatmaktadır. Hastanın boynundaki, kolundaki ve bileklerindeki takılar çıkarılmalıdır. Hastanın bel üstü bölgesi, el ve ayak bilekleri açılmalıdır. Eğer çorap varsa çıkarılmalı veya bilekler ortaya çıkarılacak biçimde sıyrılmalıdır. Elektrot diskleri kol­lara, bacaklara ve göğsün ön yüzüne yerleş­tirilmektedir. Özel EKG jeli veya alkollü pa­muk deri ile elektrotlar arasına kaydın daha iyi olması için sürülebilmektedir. Çekim sı­rasında hasta hareket etmemeli veya ko­nuşmamalıdır. EKG genellikle 5-10 dakika içerisinde çekilmektedir. Tamamen ağrısız­dır. Elektrotlar veya iletici jel ilk kullanıldı­ğında soğukluk hissi verebilmektedir. Elek­trotların yerleştirildiği yerlerde kızarıklık veya hafif derecede ağrı hissedilebilmekte­dir.
Riskler: EKG çekimi ile herhangi bir risk bulunmamaktadır. Bu test tamamen güven­li bir testtir. Cihaz kalbin elektriksel aktivi­tesini kaydetmektedir. Cihazdan hastaya herhangi bir elektriksel uyarı gitmemekte­dir.

KALP KRİZİ (MİYOKARD ENFARKTÜSÜ)

KALP KRİZİ (AKUT MİYOKARD İNFARKTÜSÜ) NEDİR?
Kalp krizi (miyokard enfarktüsü) kalp kasının bir bölümünün o bölgeye yetersiz kan akışından dolayı ölmesi (kalıcı hasara uğraması) sonucu meydana gelir.
Kalbi besleyen damarların kan akımının çeşitli nedenlerle ani azalmasına veya kesilmesine bağlı olarak gelişen ve o damarın beslediği kalp kasında çeşitli derecede hücre ölümü ile sonuçlanan ve kalp krizi olarak bilinen bir hastalıktır Hastaların kalp krizinden kaybedilmelerinin önlenmesi olayın ilk anından itibaren en kısa zamanda hastaneye ulaşmasına bağlıdır
Her 5 ani ölümün biri kalp krizinden dolayı gerçekleşmektedir. Kalp krizi yetişkinlerdeki ani ölümün başlıca nedenlerinden biridir.

Nedenler ve Risk Faktörleri
Kalp krizlerinin çoğu koroner arterlerde (kalp kasına kan ve oksijen taşıyan atardamarlar) oluşan pıhtılar (trombüs) sebebiyle meydana gelir. Pıhtılar genelde ateroskleroz sonucu meydana gelen değişiklikler yüzünden daralmış koroner arterlerde oluşur. Arter duvarının içindeki aterosklerotik plak bazen çatlar ve bu da pıhtı oluşumunu tetikler. Koroner arterlerdeki pıhtılar kalp kasına kan ve oksijen akışını engeller, bu da o bölgedeki kalp hücrelerinin ölümüne sebep olur. Hasar gören kalp kası kasılma yeteneğini kaybeder ve kalbin geri kalan kısmı hasar gören bu bölümün işini de yapmak zorunda kalır.
Koroner arter hastalıklarının ve kalp krizinin risk faktörleri genel olarak kalp damar hastalıkları risk faktörlerinin aynısıdır: hipertansiyon, hiperkolesterolemi, diyabet, sigara içmek ve ailede erken yaşta koroner kalp hastalığı görülmesidir.
Belirtilen risk faktörlerinin çoğu fazla kiloyla ilgilidir. Dar olan bir damarın üzerinde pıhtı oluşumunu her hangi bir neden başlatabilir. Bazen ani ve bunaltıcı stres buna neden olabilir. Son birkaç senede, koroner arter hastalığı için, artmış homosistein, C-reaktif protein ve fibrinojen seviyeleri gibi yeni risk faktörleri saptanmıştır. Yüksek homosistein, beslenmeye folik asit ilavesiyle tedavi edilebilir. Ancak bu yeni risk faktörlerinin pratik değeri üzerine çalışmalar hala devam etmektedir ve halen homosistein seviyesinin düşürülmesinin olumlu etkileri olduğuna ait kesin kanıtlar yoktur.

Kalp Krizinin Tanısı (teşhisi):
Kalp krizi geçirmekte olan hastaların temel şikâyeti göğüs ağrısıdır:
Göğüs ağrısı:
• Göğüs kemiğinin arkasındaki göğüs ağrısı kalp krizinin en önemli belirtisidir; fakat, özellikle diyabet hastalarında ve yaşlılarda, bu ağrı çok belirsiz olabilir ya da hiç hissedilmeyebilir (sessiz kalp krizi). Ağrı sıklıkla göğüsten omuz ya da kollara, ense, dişler, çene, karın veya sırta doğru yayılır. Bazen ağrı sadece bu bölgelerden birinde hissedilir.
Göğüs Ağrısının özellikleri:
• Ağrı 20 dakikadan fazla genellikle saatlerce sürer ve genelde dinlenme ya da nitrogliserinle geçmez,
• Ağrı, şiddetli ve künt vasıftadır. Fakat keskin veya belirsiz olabilir,
• Ağrı, sıkıştıran, ağırlık, baskı yapıcı tarzda olabilir,
• Göğüste daralma hissi uyandırabilir,
• “Göğüste fil oturuyormuş” gibi veya
• Hazımsızlık olarak da hissedilebilir. Beraberinde sıklıkla soğuk terleme ve ölüm korkusu da vardır.
Kendi başına ya da göğüsteki ağrıyla birlikte hissedilebilen diğer belirtiler şunlardır:
• Nefes darlığı
• Öksürük
• Baş dönmesi ve sersemleme
• Bayılma
• Mide bulantısı ve kusma
• “Kıyametin geldiği” hissi
• Sıkıntı.
Göğüs ağrısı olduğunda özellikle risk faktörlerine de sahipseniz mutlaka doktorunuza veya bir sağlık kuruluşuna gitmelisiniz. Kalp krizi tanısını mutlaka doktor koymalıdır. Tanıda 3 önemli bulgudan yararlanılır:
1. Hastanın şikâyeti: bunu esas itibarıyla göğüs ağrısı oluşturur.
2. EKG (elektrokardiyogram): kalp krizlerinin büyük bir çoğunluğunda EKG’de kalp krizine özgü değişiklikler olur. Bu değişiklikleri saptamak için sık aralıklarla EKG alınır.
3. Laboratuarda yapılan kan testleri: bununla infarktüsle birlikte kana karışan bazı enzimlerin (CPK, CPK-MB, Troponin T ve I, myoglobin) düzeyi ölçülerek tanı kesin olarak konur.
Kalp krizi tanısı koymak için yukarıdaki bulgulardan en az 2’si olmalıdır. Dolayısı ile 1 bulgu tek başına tanı koymak için yeterli değildir.
Ayrıca aşağıdaki testler, kalp krizi geçiren hastalarda kalpte gelişen hasarın büyüklüğünü ortaya koymak için (genellikle kriz dönemi atladıldıktan sonra) kullanılır:
Ekokardiyografi
Koroner anjiyografi ve sol ventrikülografi
Nükleer ventrikülografi (MUGA veya RNV)
Kalp krizinde tedavi:
Kalp krizi acil bir durumdur. Hastaneye yatmayı ve yoğun bakımı gerektirir. Çünkü ölümcül ritim bozuklukları (aritmiler) kalp krizinin ilk bir kaç saatinde ölümün başlıca sebebidir.
Tedavinin amaçları kalp krizinin ilerlemesini durdurmak, kalp hasarını en az düzeyde tutmak, iyileşebilmesi için kalbin taleplerini azaltmak ve komplikasyonları önlemektir.

Akut miyokard infarktüslü hastaların yaşatılmasında önemli etkenler şöyle sıralanabilir
Hastaların hastaneye ulaştırılması
Hastanede yapılması gerekenler
Koroner bakım ünitesinde tedavi
Koroner bakım ünitesinden taburcu olduktan sonra yapılanlar
Kalp krizinde erken tanı çok önemlidir. Zaman geçtikçe ritim bozukluklarından yaşamı yitirme ihtimali artacak ve harap olan kalp kası miktarı artacaktır. Harap olan kalp kasının telafisi yoktur. Kalp krizinde “ZAMAN=KALP KASI” demektir.
Kalp krizinin tekrarını önlemek ve kalp krizinden korunmak için;
Kan basıncınızı kontrol edin. Gerekirse doktorunuzun önereceği ilaçları kullanın.
Kolesterol seviyelerinizi kontrol edin. Gerekirse doktorunuzun önereceği ilaçları kullanın.
Eğer içiyorsanız sigara içmeyi bırakın. Bu konuda zorlanırsanız sigarayı bırakma polikliniklerinden destek alın.
Şeker hastalığınız varsa mutlaka kontrol altında tutun. Gerekirse doktorunuzun önereceği ilaçları kullanın.
Meyve ve sebze bakımından zengin, az hayvansal yağ içeren diyetler uygulayın.
Fazla kiloluysanız kilo verin,
Kalp sağlığınızı korumak için her gün ya da haftada en az 5 gün yürüyüş yaparak ya da diğer egzersizlerle vücudunuzu çalıştırın (Fakat önce kalp hastalıkları uzmanınıza danışın.),
Stresten uzak durun gerekirse bunun için profesyonel yardım alın (yoga, meditasyon, psikiyatrist vb).
Eğer kalp krizi için bir ya da daha fazla risk faktörü taşıyorsanız kalp krizini engellemeye yardımcı olması için aspirin alıp almamanız konusunda doktorunuza danışın. (Bilinçsiz aspirin kullanımının mide kanaması gibi olumsuz sonuçlar doğurabileceğini unutmayın).

SUÇİÇEĞİ VE TEDAVİSİ

SUÇİÇEĞİ
Suçiçeği (varisella), varicella zoster virüsünün (VZV) sebep olduğu, vücutta kaşıntılı, kırmızı döküntüler, yorgunluk ve ateş ile kendini gösteren bulaşıcı bir hastalık türüdür. Suçiçeği döküntüleri ilk olarak gövde ve yüzde ortaya çıkar. Hastalık, çoğunlukta çocuk yaştaki kişilerde görülür.
Hastalığa yakalanmış bir çocuk

BELİRTİLERİ
En sık 5-10 yaşlarında, kış sonu ve ilkbahar aylarında görülen, çok bulaşıcı, ateşli ve döküntülü bir viral enfeksiyon hastalığıdır. Direk temas veya havadan hasta kişlerin salgıları aracılığıyla bulaşır. Hasta kişilerle temastan 14-22 gün sonra belirtiler başlar. Vakaların üçte birinde ateş görülür. Döküntüler kırmızı kabarıklıklar halinde başlar, 1-2 saat içinde yanmış gibi içi su dolu kabarcıklar halini alır, sonra bu sıvı bulanıklaşır, en son kabuklanarak kurur. Döküntüler gövdeden başlar, daha sonra baş ve yüze yayılır, kol-bacaklarda daha nadiren döküntü görülür. Tipik belirti aynı anda 3-4 farklı evredeki döküntünün bir anda görülmesidir. Son çıkan döküntü kabuklanana kadar yaklaşık 7 gün süreyle bulaştırıcıdır. Son yıllarda aşılamanın giderek artışıyla hastalık giderek daha seyrek görülmeye başlamıştır, aşılı olanlar da hastalığı çok hafif, bazen fark edilemeyecek kadar hafif 2-3 döküntü ile geçirebilirler.
SUÇİÇEĞİ TANISI
Genellikle farklı evredeki tipik döküntü tanı koymak için yeterlidir. Ancak özel durumlarda kesin tanı gerekirse kanda VZV Ig M testi yapılabilir.
KOMPLİKASYONLARI
Döküntüler çok kaşıntılıdır. Kaşıntı önlenmezse döküntü hızla başka yerlere yayılabildiği gibi ikincil bakteriyel enfeksiyon komplikasyonlarına da yol açabilir. Nadiren orta kulak iltihabı, zatürre, beyin-beyincik iltihabı gibi komplikasyonları da olabileceğinden, döküntüler ortaya çıktıktan 4 gün sonra, ateş hala düşmemişse veya öksürük, sık nefes alma, kulak ağrısı uykuya eğilim, dengesiz yürüme-yürürken sendeleme gibi belirtiler ortaya çıkarsa mutlaka bir doktora başvurmak gerekir.
SUÇİÇEĞİ TEDAVİSİ
Tedavide, doktorunuzun önereceği ateş düşürücülerle ateşin düşürülmesi, ağızdan veya cilde sürülen ilaçlarla kaşıntının önlenmesi önerilir. Bu dönemde aspirin kesinlikle kullanılmamalıdır, bu hata ciddi bir karaciğer koması olan Reye sendromuna yol açabilir. Ilık bir kova su içine bir çorba kaşığı bikarbonat (yemek sodası) karıştırarak hazırlanan karışımla duş yaptırmak da rahatlatıcı olabilir. Hasta çocukla temastan sonraki ilk 72 saat içinde aşılanmayanlara aşı yapılırsa, yine koruyucudur. Döküntülü dönmede banyo yapılması tartışmalı bir konu olmakla birlikte, sadece duş alınmalı, kabuklar dökülmeden liflenme veya keselenme yapılmamalıdır.